Friday, September 12, 2008

Ruh Kanseri


Nazan Arda geçen hafta 55 yaşında öldü. Göğüs kanseriydi.
Ameliyat için gittiği Amerika'da bir göğsü alınmıştı.
Döndükten 11 yıl sonra beyin kanaması geçirdi.
Beyninde de tümör vardı.
Peş peşe geçirdiği iki ameliyatın ardından komaya girdi ve kurtarılamadı.
Gazetedeki fotoğrafında, elinde bir ayıcıkla gülümsüyordu.
"Ayıcık", kendisi 4 yaşındayken vefat eden annesinin armağanıydı.
Arda, oyuncak ayısını 51 yıl boyunca hiç yanından ayırmamıştı.
Karacaahmet'e gömülürken, ayıcığını da yanında toprağa verdiler.
* * *
Burada Arda'yı anmamın nedeni, 11 yıl önce Amerika'ya ameliyata giderken yazıp eşine bıraktığı ölüm ilanı...
Ecel, beklediğinden geç gelmiş, ama boşandığı eşi vasiyete uyup kendi kaleminden vefat ilanını gazetelere vermiş.
İlan şöyle:
"Şu anda Tanrı'ya teslim etmiş olduğum ruhumu, ömrümce tüm sevdiklerim için mükemmeliyetçilik adına çok hırpaladım.
Kendimi sevecek ve özgürlük tanıyacak vaktim olmadı.
Bilmem o çok uğraş verdiğim 'özel biri' olabildim mi?
Rahatsızlık vermekten her zaman çekindiğim sizleri bugün (..)
beni uğurlamanız için bekliyor, hepinizi çok seviyorum."
İlanın köşesinde küçücük bir fotoğraf var:
Nazan Arda'nın ayıcığının fotoğrafı...
* * *
Metni okuyunca bunun bir vefat ilanından çok pişmanlık beyanı olduğunu düşündüm.
Başkalarını mutlu edebilmek uğruna kendinden vazgeçmiş,
"rahatsızlık veririm" kaygısıyla benliğini tarumar etmiş,
ruhunu doyasıya salıveremeden can vermiş
"mükemmeliyetçiler" için kaleme alınmış bir ağıttı bu...
Nazan Arda, uğruna bir ömür adadıklarından,
belki de ilk -ve son- kez bir "rahatsızlık" rica edip cenazesine çağırıyordu.
Törene kaç kişi gitti bilmiyorum; ama ilanı verenin,
"boşandığı eşi" olması, o çok uğraş verdiği "özel biri" olup olamadığı sorusunu yanıtlıyordu.
Başkalarını seveyim derken, kendini sevecek vakti bulamamıştı. Son yolculuğunda yanında sadece vefakar ayıcığı vardı.
* * *
Arda'nın fizyolojik hastalığına olduğu kadar psikolojik rahatsızlığına da teşhisi
Jean Baudrillard koyuyor: ("Tam Ekran", YKY, 2002, s.10)
Fransız felsefeciye göre, vücudumuzdan bütün biyolojik düşmanları,
mikropları, parazitleri atarsak nasıl savunma sistemi bozulan bedende hücreler birbirini kemirmeye başlar ve kanser tehlikesi doğarsa, ruhta da aynı şey oluyor:
"Sürekli pozitif olacağım" diye eleştirel öğeleri benliğinden uzak tutan,
negatif duyguları dışlayan her ruhsal yapı, kendi kendini yiyerek felakete sürükleniyor.
Eleştirel düşünce ise, krizi damıtma yeteneği sayesinde bu felaketi önlüyor.
* * *
Benim yukarıdaki ilandan öğrendiğim şu:
Bütün varoluşunu "Beni beğenecekler mi?", "Beni seviyor mu?",
"Rahatsız eder miyim?" kaygısı üzerine kuruyorsan, bil ki sonun hüsran...
Bir küçük serzeniş, sıradan bir tenkit ya da kadirbilmezlik, acılar pahasına kurduğun o "mükemmel kale"yi yerle bir edebilir.
Ölüm ilanını kaleme alacağına azat et kendini...
Seni, sen diye kabul edip sevecekleri sev.
Eleştir, ki onun için "özel biri" olabilesin.
Kendini, kendine beğendir herkesten önce...
Kimseye beğendirmek için de kendinden vazgeçme.
Acıyı göze al, çünkü Dostoyevski'nin dediği gibi,
"İnsanın ruhunu yücelten bir acı, ucuz bir mutluluktan evladır."

Can Dündar (2004)

No comments: