Sunday, October 4, 2009

O'na deki


O'na deki...
Ben o'nu düşlerimde yaşatacağım.
Sessizliğimde avaz avaz adını bağıracağım.
Yıllar sonra bir gün karşılaştığımızda uzun uzun yüzüne bakarken utanmayacağım.
İzlerini taşıyan mezar taşı, baş köşemde duruyor.
Ama ayrılmak her zaman unutmak anlamına da gelmiyor.
Gözlerim hala gözlerine değiyor, ellerim havada boşluğu uzanan umutları yakalıyor.
Mutlu değildim, mutlu değilim, olmayacağım.
Merak etmesin, tersini düşünüp, kendini üzmesin.
O mutlu ise tebrik ederim.
Mutluluğunun devamını dilerim.
Ama şunu da bilmesini isterim ;
Bir gün bir uyku arasında rastlarsam ona, düşlerimde kendimi tutmayacağım.
O'nu o kadar çok özledim ki
Sarıldığımda ağlayacağım
O'nun, o güzel kalbini okşayacağım...
...

Ben iyiyim


Bir Atilla İlhan şiiri gibi yazılanları yalnızca yaşayanlar anlayacak.
Şiirlerde bana, yalnızca
O anlatılacak.
Biliyorum birgün kendisinin anlatıldığı şiirlere rastladığında yazılanları anlamayacak.
Zira tren çoktan uzaklaşmış olacak.
Hayatın karanlık bir ara istasyonunda yapayalnız kalanlar unutulmaya mahkum olacak.
O'na sor bakalım;
En çok ne eksik kaldı, biliyor mu?
Gerçi ben bilmesini beklemiyorum.
Beni anlamasını beklemediğim gibi.
...

Sunday, August 9, 2009

seniha'nın günlüğü

v.
işte
gördün
demek ki böyle
pencere pervazını -kirli çok-
boyası dökülmüş yer yer
lekeler lekeler lekeler
işte, gördün, demek ki böyle
koruklar sarkmış her yandan
donuk, tozla kaplı koruklar
ve lacivert bir görülmeyle
ve
limanın insan kokulu gürültüsüyle
işte
gördün
demek ki böyle.
gördün, görüverdin hemen
demir arabayı rayların üstünde
ve tahta bacaklı adamı -güneşe bakan-
bakışlarında bir zamandışılık -öyle-
gördün
demir arabayı
rayların üstünde
ve tahta bacaklı adamı
gördün, görüverdin hemen.

duydun
duydun ki o boşluk sendin. katedral
ayrıca bir boşluktu senin içinde
senin senin senin
hayır!
dudaklarını büzme
ayaklarını -evet- daya oraya
oraya oraya
tezgaha :koy dirseğini -koydun mu-
iyi tut bardağını -iyi tut-
bir iki kez döndür avucunda
seniha!
gördün mü bak
buğulu bir hiçliktir, değil mi
aynada titreşen bardak
ve her şey
değil mi, budur
bir ölünün bir ölüye sorduğunu sormak.

üç çiçek koymuşlar üç ayrı vazoya
şuraya şuraya şuraya
kalbindeki buruk pembelik

bundan
işittin işitmedin -ne çıkar-
konuşur gibi onlar satıcısıyla.
iki kişi durmuş köşede -tam köşede-
düzenli bir biçimde konuşuyorlar
sen dişlerini vuruyorsun birbirine
titreyerek yalnızlıktan
-sanki istinye'yi dönünce
porselenler yapıştıran bir ermeni var-
kuşlar kuşların yanına, yapraklar
yaprakların yanına
hiçbir şey yalnız kalmıyor
insandan başka dünyada
seniha!
duymuyorsun sen kendini
başıboş bir müzik gibisin kırlarda,
gün kendini yiyor -gün bile-
üç çiçekle akşam oldu, ne yapsan
kapıdaki çıngırak., yaşam ne çabuk geçiyor
çıngırak
gün erkek oldu seniha
denizden çıktıktan sonra
giyinmek kadar güzel
gün erkek oldu
gün senin oldu seniha
upuzun gözlerin ki -lacivert-
örtüldü akşamın asmalarıyla
unutma, yaşamından iyisin
yaşamın senden iyi
kutsalsın, görkemlisin, kendine verilmişsin.

Thursday, July 16, 2009

Yalnız Bir Opera

Ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
Yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
Oysa bilmediğin birşey vardı sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim

İmrendiğin, öfkelendiğin
Kızdığın, ya da kıskandığın diyelim
Yani yaşamışlık sandığın
Geçmişim
Dile dökülmeyenin tenhalığında
Kaçırılan bakışlarda
Gündeliğin başıboş ayrıntılarında
Zaman zaman geri tepip duruyordu.
Ve elbet üzerinde durulmuyordu.
Sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun,
Biraz daha fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
Başlangıçta doğruydu belki.
Sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki gibi başlayıp,
Günden güne hayatıma yayılan, varlığımı ele geçiren,
Büyüyüp kök salan bir aşka bedellendin.
Ve hala bilmiyordun sevgilim
Ben sende bütün aşklarımı temize çektim
Anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
Bütün kazananlar gibi
Terk ettin.

Yaz başıydı gittiğinde, ardından,
Senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
Kimsesiz bir yazdı. Yoktun. Kimsesizdim.
Çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
Çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
Yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
Kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
Çerçevesine sığmayan
Munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
Lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu.

Yaz başıydı gittiğinde. Sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti Mayıs.
Seni bir şiire düşündükçe
Kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
Ucucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma.
Önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük
Usulca düşüyordu bir kağıt aklığına,
Belkide ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
Yaz başıydı gittiğinde. Bir aşkın ilk günleriydi daha.
Aşk mıydı, değil miydi? Bunu o günler kim bilebilirdi?
'Eylül'de aynı yerde ve aynı insan olmamı isteyen' notunu buldum kapımda.
Altına saat: 16.00 diye yazmıştın, ve 16.04'tü onu bulduğumda.
Daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
Takvim tutmazlığını
Aramızda bir düşman gibi duran zamanı
Daha o gün anlamalıydım
Benim sana erken
Senin bana geç kaldığını.

Gittin. Koca bir yaz girdi aramıza. Yaz ve getirdikleri.
Döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı.
Sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay,
Alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik kalmıstı.
Kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış arkadaşlığımıza.
Adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakışıyorduk.
Sanki ufacık bir şey olsa birbirimizden kaçacaktık.
Fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
Zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
Bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları gibiyiz.
Umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada
Bir şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilmeyen çocuklar gibi
Ve elbet biz de bu aşkta büyüyecek
Her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz.

Kış başlıyor sevgilim
Hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
Bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
Oysa yapacak ne çok şey vardı
Ve ne kadar az zaman
Kış başlıyor sevgilim
İyi bak kendine
Gözlerindeki usul şefkati
Teslim etme kimseye, hiçbir şeye
Upuzun bir kış başlıyor sevgilim
Ayrılığımızın kışı başlıyor
Giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.

Kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak,
Yazıya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
Camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak....
Böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
Çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
İçimizdeki ıssızlığı dolduramaz hiçbir oyun
Para etmez kendimizi avutmak için bulduğumuz numaralar
Bir aşkı yaşatan ayrıntları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
Çıplak bir yara gibi sızlar paylastığımız anlar,
Eşyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
Korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
Çağrışımlarla ödeşemezsiniz.

Dışarda hayat düşmandır size
İçeride odalara sığamazken siz, kendiniz
Bir ayrılığın ilk günleridir daha
Her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkta
Gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
Kulak verdiğiniz saat tiktakları
Kaplar tekin olmayan göğümüzü
Geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
Suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
Bakınıp dururken duvarlara
Boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
Unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
Unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında
Kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
Kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar gibi
Yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasına,
Başımıza gelmiş bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alınmaya
Kendimizi hazırlar gibi.

Yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
Ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
Ve kazanmış görünürken derinliğimizi
Ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
Bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
O tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
Hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
Göremeseniz de, bilirsiniz
Hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar.

Bana zamandan söz ediyorlar
Gelip size zamandan söz ederler
Yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden.
Zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
Hepsini bilirsiniz zaten, bir işe yaramadığını bildiğiniz gibi.
Dahası onalar da bilirler.
Ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler, öyle düşünürler.
Bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki
hançeri çıkartmak, Yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden karşılaşmak
kolay değildir elbet.
Kolay değildir bunlarla baş etmek, uğruna içinizi öldürmek.
Zaman alır.
Zaman alır sizden bunların yükünü
O boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, açılar dibe
çöker.
Hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir.
Bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
O boşluk doldu sanırsınız
Oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir.

Gün gelir bir gün
Başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
O eski ağrı
Ansızın geri teper.
Dilerim geri teper.
Yoksa gerçekten bitmissinizdir.

Zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır anlamları, önemi
kavranır.
Bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini kazanır.
Yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
Oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
Mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
Her şeye iyi gelen zaman sizi kanatır
Ölmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Günlerin dökümünü yap
Benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
Kim bilebilir ikimizden başka?
Sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
Bir ilişkiyi, duyguların birliğini,
Bir aşkı beraberlik haline getiren kendiliğindenliği
Yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi bir düşün
Emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
Şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor
Orada olmuş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
Bunlar da bir işe yaramadıysa
Demek yangından kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Solgun yollardan geçtim.
Bakışımlı mevsimlerden
İkindi yağmurlarını bekleyen
Yaz sonu hüzünlerinden
Gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
Geçti her cağın bitki örtüsünden
Oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
Bakarken dünyaya
Yangınlarla bayındır kentler gibiyim:
Çicek adlarını ezberlemekten geldim
Eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
Unuttuklarını hatırlamaktan
Uzun uzak yolları tarif etmekten
Haydutluktan ve melankoliden
Giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
Duyarlığın gece mekteplerinden geldim
Bütünlemeli çocukluklarıyla geçti
Gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
Gökummaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.

Bu şiire başladığımda nerde,
Şimdi nerdeyim?
Yaram vardı, bir de sözcükler
Sonra vaat edilmiş topraklar gibi
Sayfalar ve günler
Işık istiyordu yalnızlığım
Kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
İlerledikçe...Kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
Aşk ve Acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha şiir bitmeden.
Karardı dizeler.
Aşk...Bitti. Soldu şiir.

Büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
Daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
Ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
Ask yalnız bir operadır, biliyordum:
Operada bir gece uyudum, hiç uyanmadım.
Barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
Her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
El kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
Birlikte çıkalan yolların yazgısıdır:
Eksiliyorduk
Mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
Her otelde biraz eksilip, biraz artarak
Yani çoğalarak
Tahvil ve senetlerini intiharlarla değiştirenlerin
Birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
Ağır ve acı tanıklıklardan
Geçerek geldim. Terli ve kirliydim.
Sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
Maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
Linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
Korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
Ve açık hayatları seviyordu.
Buraya gelirken
Uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
Atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
Ödünç almadım hiç kimseden hicbir şeyi
Çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için panayır yerleri...
panayır yerleri...
Ölü kelebekler...
Ölü kelebekler...
Sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.

Adım onların adının yanına yazılmasın diye
Acı çekecek yerlerimi yok etmeden
Acıyla baş etmeyi öğrendim.
Yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
İpek yollarında kuzey yıldızı
Aşkın kuzey yıldızı
Sanırsın durduğun yerde
Ya da yol üstündedir
Oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
Ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
Ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı.

Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
Gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
Gözlerim
Aşkın kuzey yıldızıdır bu
Yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
İlerlerim
Zamanla anlarsın bu bir yanılsama
Ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
Yeniden yollara düşerler
Düşerim
Bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
Ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
Yaşamsa yerli yerinde
Yerli yerinde her şey
Şimdi her şey doludizgin ve çoğul
Şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
Şimdi her şey yeniden
Yüreğim, o eski aşk kalesi
Yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren.

Murathan Mungan / Yaz Geçer

Friday, July 10, 2009

Devrim Arabaları

Vatanseverlik duygumuzu kabartan ve vatanımızda ne kadar yanlış şeyler yapıldığını da ayrıca anlatan, film tadında bir belgesel veya belgesel yoğunluğunda bir filmdi bu izlediğim Devrim Arabaları. Gururu ve ezikliği aynı anda yaşatıyor.

Filmin size hissettirdiği türlü duygular haricinde bir sürü güzel tarafı da var. Örneğin çok iyi bir oyuncu kadrosu ve başarılı bir yönetmenlik var. Senaryo gerçek olduğu için yeterince etkileyici ama hikayeleştirilmesi biraz zayıf olmuş; olsun. Birkaç yapmacık replik haricinde kötü bir his yaratmıyor bünyede. Bir de özellikle mi seçmişler bilmiyorum ama filmde son derece soluk, mat bir renk düzeni vardı ki filmdeki depresif havayı çok güzel yaratmıştı.

Repliklerin bazıları yapmacık dediysem tamamen kötü değil. Hatta çok başarılı replikler var. İşte bir örneği:

- Ben hala anlamıyorum. Alt tarafı benzini bittiği için otomobil durdu, o da sadece 5 dakikalığına! Neticede Cemal Paşa bizim yaptığımız diğer otomobile binip gitmedi mi? Gitti! Neden meseleye böyle bakılmıyor?
- Gazeteleri görmedin mi oğlum? Kayıtlara böyle geçti artık. Bundan 50 yıl sonra Devrim arabası denildiği zaman herkes "Haa, o yürümeyen otomobil mi?" diyecek.

Devrim'in hikayesini önceden bilmediğim için, daha doğrusu kulaktan dolma bilgilerle yetindiğim için, bu replikleri duyduğumda fena sarsıldım. Gerçekten de konuşmada geçtiği gibi bir durum var; bu ülkede Devrim marka araba dendiğinde hep o arabanın daha ilk turda yolda kaldığı ve bu yüzden seri üretime geçmediği anlatılır. Ben de böyle biliyordum. Meğer Cemal Gürsel yapılan ikinci arabaya binip devam etmiş yola. Özeleştiriyi abartıp özhakaret boyutuna vardırıyoruz ya, bu hikayeyi de "Haa, o yürümeyen otomobil mi?" diye anlatmamız da normal karşılanmalı.

Sonuç olarak şunları diyeyim: Eğer tarihi doğru, en azından daha doğru anlamak istiyorsak bu tür fırsatları değerlendirmeliyiz. Bu film de elbette siyasi görüşlerle yorumlanacaktır (çünkü yakın tarihimizi anlatıyor) ama "cehennemde birbirlerini kazana geri çeken Türkler" fıkrasında olduğu gibi birbirimizi -siyasi olarak- çekiştirmeyi bırakıp, resme biraz daha uzaktan bakıp ülkenin menfaatleri için beraber düşünebilsek... Neler diyorum ben, böyle düşünebilseydik bu filmdeki gibi bir hikayemiz bile olmayacaktı! Bir de, en başta bahsettiğim "gururu ve ezikliği aynı anda hissetmek"ten ne kast ettiğimi anlamak için filmi izleyiniz.
Bu olaya benzer olarak:
Bugün ne öğrendim?
Zamanında Atatürk'ün emriyle bir uçak fabrikası kurulduğunu ve pek çok uçak ürettiğimizi ama Atatürk'ten sonra Amerika'dan hazır parayı alıp ihracatı köreltmeye, ithalatı patlatmaya ve ülkenin dengesini bozup içine etmeye kararlı bir hükümetimizin attıkları yanlış adımlarla fabrikanın traktör fabrikasına dönüştüğünü öğrendim. Yuh be kardeşim!
alıntı: beyn.org
(bende filmi izlediğimde çok etkilenmiştim. adamlar asla yapamazlar, başaramazlar denileni başarıyorlar. sonuçta otomobile sırf benzin konulması unutuldu diye hayak kırıklığı yaşanıyor ve devrim yolda kaldı diye haber yapılıyor ve halk başaramadıklarını hatırlıyor. aslında taş gibi otomobil yapıyorlar. Ayrıca Eskişehirde kurulan uçak fabrikasını da bi hocamız anlatmıştı. o dönemin şartlarında o yetersiz ortamda uçak fabrikası kuruluyor, uçak üretimine geçiliyor daha sonra bundan rahatsız olan amerika dışarıdan uçak ithal etmemizi istiyor ve o uçak fabrikası kapatılıp traktör fabrikasına dönüştürülüyor gerçekten çok yazık )

Wednesday, July 8, 2009

Hükümette olan iyimser konuşur ama inandırıcı olabilmek önemlidir

SABANCI Üniversitesi’nin Bankalar Caddesi’ndeki İstanbul Politikalar Merkezi’ndeyiz (IPM). Merkezin Direktörü Prof. Üstün Ergüder’in yanında eski UNDP Başkanı, şimdinin Brookings Institute Başkan Yardımcısı, Sabancı Üniversitesi Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi Kemal Derviş var.

Önceki gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e öğlen yemeğinde konuk olan Kemal Derviş, söze “kriz ve ekonomistler” özeleştirisiyle girdi:

* Ekonomistler büyük çoğunlukla yaşanan krizin boyutlarını öngöremedi, öngörüler çok yanıldı. Şu anda da en iyi uzmanlar bile 3 ay, 6 ay sonrasını görebilecek durumda değil.

Sonra Hindistan’da yaptığı bir konuşmaya uzandı:

* Aslında Bombay’daki konuşmamda krize dönük öngörülerimi ortaya koymuştum. Ciddi bir finans krizi öngörüyordum. Ama ABD’de, İngiltere’de bankaların devletleştirilmesi sonucunu getirecek kadar aşılamayacak bir kriz beklemiyordum.

Brookings Institute’da global ekonomiden sorumlu Başkan Yardımcısı olan Derviş, bir de durum saptaması yaptı:

* Dünya ekonomisi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küçülme yaşamamıştı.

Kemal Derviş, yaşanan global krizin dünyada hiçbir ülkeyi “teğet” geçmeyeceği kanısında:

* Bankaların “zehirli varlıkları” temelde ABD ve Avrupa ülkelerini etkiledi. Ama kredi daralması, bütün dünyayı etkisi aldı. Gelişmekte olan ülkelere yönelik kredi miktarı 900 milyar dolardan 140 milyar dolara indi.

Ancak Derviş, Çin’i ve Hindistan’ı biraz ayrı tuttu:

* Çin ve Hindistan, krizden biraz daha az etkileniyor. Hindistan sanırım 2009’u yüzde 6.5 büyümeyle tamamlar. Önümüzdeki dönemde Çin ve Hindistan’ın dünya ekonomisindeki payı artacak, 2030’da yüzde 25’e çıkacak.

Hindistan’dan kendisini etkileyen iki örnek verdi:

* Hindistan, 1900-91’de kriz yaşadı. Sonra adım adım reformlar yaptı. İç tasarruf oranını milli gelirin yüzde 20’sinden yüzde 35’ine çıkardı. Nasıl yaptılar bilmiyorum ama yükselttiler. Ayrıca, tarımda herkese 100 günlük iş garantisi verdiler. Bu da önemli sosyal politika oldu.

* Ya Türkiye’de durum nasıl?

- Türkiye’de tasarrufların milli gelire oranı yüzde 16-17’lerde. Yani, yetersiz.

* Yani?

- Bu tasarruf oranıyla Türkiye en fazla yılda yüzde 4-5 büyüme yaratabilir. Oysa bize istikrarlı şekilde yıllık yüzde 7 dolayında büyüme gerek. Tasarruf oranının yüzde 22-25’lere çıkması gerek. İç tasarrufu artıramadığımız durumda dışardan kaynak sağlamak gerekiyor.

* Peki, “Kriz Türkiye’yi teğet geçiyor” değerlendirmeleri doğru mu?

- Hükümette olanların, “Öldük, bittik” deme şansı yok. Ben de hükümette görev aldım. Beklenti yönetimi açısından iyimserlik aşılamak zorundasınız.

* İyimser konuşurken gereken de yapılmalı değil mi?

- Bu durumda önemli olan inandırıcılık. Koyduğunuz hedefler gerçekleştikçe, o zaman kamuoyunda inandırıcılığınız artar.

* Peki Türkiye, 2010’da yeniden büyümeye geçer mi?

- Ben dünyada da, Türkiye’de de 2010’da büyümeye geçileceğine inanıyorum.

Derviş’in değerlendirmelerine bakılırsa, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Kriz bizi teğet geçiyor” mesajlarına pek kızmamak gerekiyor...

Atılan adımların “inandırıcı” olması şartıyla...

Yüzde 13.8 küçülmeye takılıp kalmayalım

KEMAL Derviş, Türkiye’nin kriz öncesi çok olumlu bir “çark” yakaladığına dikkat çekti:

* Türkiye’nin yakaladığı büyük çıkış, dünya kriziyle kesintiye uğradı.

- Bu yılın ilk çeyreğinde küçülme yüzde 13.8 oldu...

* Kısa vadeli oranlara çok da takılıp kalmamak gerek. Önemli olan sonraki gerçekleşmelerin nasıl seyrettiği.

Derviş’in “yüzde 13.8 küçülmeye takılıp kalmayın” sözü bana Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın fırçasını anımsattı: “Bu küçülmeyi zaten bekliyorduk. Gereksiz yiere abartıyorlar. Çünkü, artık Türkiye’de yukarı çıkış başladı...”

Cari açık milli gelirin yüzde 3’ünü geçmemeli

KEMAL Derviş, cari açıkla ilgili daha önce zaman zaman verdiği mesajı yineledi:

- Gerçi bu yıl ciddi sorun olmaktan çıktı ama Türkiye’nin cari açığa dikkat etmesi gerekiyor. Milli gelirin yüzde 3’ünü geçmemeli. 4-5-6 gibi oranlar hep kırılganlık kaynağıdır.

* Cari açıkta bu kadar kesin çizgi çizilirse, Türkiye yüzde 7 dolayındaki büyümeyi nasıl yakalayacak?

- Maliye politikalarıyla dengeyi kurmak gerekiyor. Kriz sonrası çıkış döneminde de cari açık konusuna dikkat edilmeli.

IMF’de “Fırtınadan sonra büyüme”yi anlatacak

Kemal Derviş, ekim ayı başında İstanbul’da gerçekleşecek Uluslar arası Para Fonu(IMF)- Dünya Bankası ortak toplantılarının önemli konuşmacılarından biri olacak:
“Fırtınadan sonra büyüme”yi anlatmaya çalışacağım. Bu yaz konuşmayı hazırlayacağım.

Derviş, ayrıca toplantıların İstanbul’da yapılmasının önemine dikkat çekti:

IMF-Dünya Bankası toplantılarının İstanbul’da gerçekleştirilmesi dünyanın dikkatini buraya çekecek.

Derviş’e Sabancı’da ‘IBO’ diyorlar

SABANCI Üniversitesi’nin İstanbul Politikalar Merkezi (IPM) Direktörü Prof. Üstün Ergüder, Kemal Derviş’in üniversitedeki Uluslararası Danışma Kurulu üyeliğini anlatırken takıldı:

- Kemal bizim “IBO”muz...,

* Ne demek IBO?

- International Board Overseas’in kısaltması.


(iyimser olmak iyi de bu resmen pollyannacılık her şey iyi/güzel diyemezsiniz yüzde 13.8 ülkemiz küçülüyor ve buna takılmayın deniyor. Nedir %13 küçülmek ? her yüz kişiden 13ü işini kaybediyor/işsiz kalıyor, her yüz üreticiden 13ü fabrikasını kapatıyor, her yüz yatırımcıdan 13ü yatırım yapmaktan vazgeçiyor... böyle sıralayabiliriz. bu küçümsenecek bi oran değildir ve iyimser davranarak da milletin karnını doyuramazsınız ! )

Thursday, May 28, 2009

Seni içimden terk ediyorum

binmediğim hiçbir otobüs
beklemediğim hiçbir durak kalmadı bu şehirde
gittikçe azalıyor hayat
neyi erken yaşadıysam
hep ona geç kalıyorum

sana göçüyorum her sonbahar
yolların çıkmıyor aşkıma
unuttuğun yağmurların adı saklımda
seni içimden terk ediyorum

susmaktan yoruldum
kuşlar ve şarkılar bu şehri terk edeli beri
efkar demliyorum gözlerimde
yaşlarımı yanağıma varmadan öldürüyorum
tam sancağımdan yaralıyorum kendimi
alnını yüreğime dayadığın güne bakıp
seni içimden terk ediyorum

ne unutacak kadar nefret ettin
ne hatırlayacak kadar sevdin
yıkık bir duvar kadar bile pişman değilsin
biliyorum
beni hep bulmamak için aradın
yanılgımdın
yandığımdın
yangındın

sensizliğe yenilmek
sana yenilmekten zor olsa da
ardımda bir sürü belkiler bırakarak
seni içimden terk ediyorum

şimdi
içimizde öldürülecek bir anı bile bulamayan
iki yarım kaldık
tamamlayamadık bizi
elimden tutmadın
yalnızlığımın saçlarımı da uzaklarına gömdün
içimin mavisi senin okyanusundandı
al geri veriyorum
kilitleri hep yanlış kapılara vurdun
devrilmiş vagonlara dönerken gözlerim
sana bensizliği terk ediyorum

yarime uzanmayan bütün dallarım kırılsın demiştin
aşk içinde doğmuşsa nereye kaçabilirdi

ne tuhaf değil mi
içimi acıtan da sendin
acımı dindirecek olan da
ya öldür beni dedim
ya da git benden
içi bulanık bir sevdanın ucunda seni kaybettim

aldırmadın aldırmalarıma
bir gecede yakıp yarini
şafaklara sattın ihanetini
külüme basanlar bile utandı yaptığından

işte soluk bir ömrün
son nefesi
benden
içimden
terk ediyorum

Kahraman Tazeoğlu

Git

Şimdi gidiyorsun
Git
Oysa senden tek bir damla istemiştim
Sana kocaman bir deniz sunmak için
Şimdi gidiyorsun
Git

Ne zaman başladı bu hikaye
Anımsamak zor
Gençtim
Hazırda fırtınalarım vardı dört nala sevdalarım
Komazdı öyle üç-beş nöbetleri
Geceler içimi acıtmazdı böyle

Bir insan bu kadar eksilebilir mi

Hatırlarsan sesine uyku kaçmış bir adam vardı
Bu şehrin biryerlerinde
Düşler ormanının gece bekçisi derdin sen ona
Gözlerinde gizledi o seni sen bilmedin
O adam bendim unuttun mu
Bak sevdiğin adam gülmeyi bile unuttu
Seni unutamadı


İşin kolayına kaçmadım
Uğruna ölmedim yani
Uğruna ölünecek sandığım biri için yaşadım hep
Sen bunu da bilmedin

Ben bir bakışına bin anlam yükledim
Sen aşka kestirmeden gittin
Bir hayatın özetini bırakıp avuçlarıma
Şimdi gidiyorsun
Git
Bana karanlığın ne demek olduğunu öğretmeden
Bütün ışıklarımı söndürüyorsun

Bu cehennem cinayetlerini işliyorsun
Sonra bunlara intihar süsü veriyorsun
Yazıklar olsun yazıklar olsun
Susuyorsun susuyorum susayacaklarım bitmiyor
Hani sen sevdiğini
Yarı yolda bırakacak kadar yüreksiz değildin
Düşmemeyi öğretecektin nerdesin nerdesin

Uzun lafın kısası yoktur
Anlatacağım çok şey var
Hoyrat bir rüzgar gibi geldin
Aklımı hayatımı dağıttın
Şimdi gidiyorsun
Git

Daha ayrılığa bile çarpmadan
Aşk bize döndü
Bir yılan gibi soktun koynuma kimsesiz geceleri
Artık ölüm sana dokunamamaktan kötü değil
Ama sana dokunmak da yasak bana
Göz çukurlarımdaki karanlık bunu anlatır
Sen var ya sen Allah kahretsin

Yani şimdi
Gözleri sana benzeyen bir kızım olmayacak mı
Yani şimdi başkaları mı sevecek seni
Ben saçlarını okşadığım zaman
Ellerin öksüz kalırdı
Şimdi gidiyorsun git

Kahraman Tazeoğlu

Barkod değil ensemdeki,nasıl satın alacaksın beni ?

’tüm yaraları sen açtığın halde, sende sarmak istiyorum yarınları…/
Derdime deva olamazken, yeniden yalanım olabileceğini nerenden çıkardın ?..’’
Buram buram acı kokuyor, bir parça ister misin? verebilecek başka şeyim kalmadı
Işlediğim kaneviçeli düşlerimden geriye..

beni sevda sözlerinin en üst tepelerinde yaşatsınlar,
Sevmediğim halde öpüşeyim, sevişmediğim halde çocuklarımın babaları olmalarına izin vereyim istiyorum.. Başka adamlara aldanmaya çalışıyorum.
Tuhaf ki, bu sefer mantık salgılıyor kalbim !...

hayatın korkulukları yok, ayağa kalkacaksam
Düşmeyi göze alacağım..şimdilik emeklemek tercihim../
emekli olmak istiyorum
Bana ayrılan bu yaşamdan../ diğer fanilere iyi yaş(l)anmalar …

Yaradanın emriyle oku’yorum../ kendimden başlıyorum bir bilimin insan ilmiğinde ne kadar
Ilim olduğunu anlamaya. bakalım ne kadar zararlıymışım bulunduğum ortamlara../
Kabuk tutan yar(a)larımdan kolye yapsam, takabileceğin boyunlar bulur musun ?
Bir kadın teni beyaz ve titrek../ benden başka tüm kuğulara yaraşır ürkek haller..

Boşluğuna çok asılınca, düştü mü varlığın ?
görebileceğim yerlere koyma kendini,
Her inanış biraz daha aldanış..//

Dilimde sızlayan acının sebebi, sürülen biberlerdendir, su geçirir sanmışım..
Ah ben o soğuk suların tümünü senin şerefine içmişim..
Kadehlerimiz nerede, birbirine vurduğumuz da, kırılacak geleceğimiz.
Zaten topu topu tek geceyiz.

Barkod değil ensemdeki, nasıl satın alacaksın beni ?/ çocukların ulaşamayacağı yerde sakla aşk’ımı.. tedavisi mümkün olmayan yan etkilere tabiiyimdir..// prospektüsümü okumadan kullanma !/

Tüm isimleri sildim telefonumdan, ne güzel kimse numara çeviremeyecek ardımdan.
Kaybolması kolay biriyim, nerde biraz karanlık bulsam bürünürüm…/
en hüzünlü giysimi giydim bu yası bana lütfeder misin ?

-bugünkü menüde aşk var alır mısın ?
-hayır,fazla acı kalbime dokunuyor...

Alışmanında, yaşamak gibi zor anları var.. bağışıklık kazandığında sevdanın kovuğuna yetmiyor toplandığında sen olmayacak adamlar !
Seni kandırabilirdim, mutlu olduğum naraları atıp, iyi hissetmeni sağlayabilirdim..
Sağlamasını yapabilirdim hayatını parçalara böldüğün kadınları, kendimde çarparak../

Ölümden başka herşeyin çaresi vardır../öldüm mü şimdi ben ?
Antiseptik olsun diye işettim çocuğa, yarasını kalbimin,
Olmadı,
Ben o eşikten çoktan geçmişim,
Sahi;

Omurgasız bir uğur böceğimi sandın beni,
Kanadımı kopardığında hissetmeyecektim ?

Wednesday, May 27, 2009

İki...

Evet, senin tek değer verdiğin şey güzellikti; dışarıdan bakınca hemen etkileyen bir güzellikti senin tek istediğin.
Oysa ilk bakışta görülen hiçbir şey derin olamazdı!
Bir güzellik gerçekten güzellikse eğer; ilk bakışta görülememeliydi.
Ben, bu yüzden sevmiştim seni; senin bile göremediğin o muhteşem güzelliği görmüştüm sende! Sen, hep bu yüzden acı çekmiştin; güzellik bakan gözdeydi ve sen bunu hiç bilemedin.
Oysa bu ülkenin tüm okullarında zorunlu ders olarak okutuluyordu Aşık Veysel’in “Güzelliğin beş para etmez / Şu bendeki aşk olmasa” dizeleri!

Bir..

Artık hayatımda olmayacak birini iyi anmaya çalışma çabalarım çevremdeki herkesi çileden çıkarsa da ve bu ısrarıma anlam veremeseler de ben böyleyim.
İnanmışlığımın önüne hiçbir mantık geçmiyor işte…

Madem okuyorsun yazdıklarımı, şimdi dikkat et:

Işığı göremediğin, hayat adına umudunu yitirdiğin ve kendini çıkmaz sokaklarda hissettiğin anlarda bil ki sana iyi dileklerde bulunan bir yürek var...

Monday, May 25, 2009

Tarih tekerrür etmez bunu hangi manyak söyledi ?

Bileğimi kestim / bileğini kestin:
ordan çektiğimiz iki damarı bağladık birbirine.
Artık büyük dolaşım'ın adı, SEVDA'dır!
İçimde hissederken kanını, bu şehrin daraldığını / aşağılara doğru genişlemek istediğini düşünüyorum.
Kanın beni üşütüyor. Sen sakın menenjit olma, e mi?!

'Hiçbir şeyi unutma! Ben unutmayacağım!.'
diye fısıldamıştın kulağıma otobüse binerken.
Arkanda seni seven adam duruyordu. Bakışlarımı kaçırmıştım.
Bakışlarımı kaçırıp yüzümden fidye istemiştim.
Şimdi aynı bardaktan su içemiyoruz!
Ben bunu biliyorum, su biliyor, bardak biliyor; bir sen bilmiyorsun!

Seyahat acentaları önünde ayrılan,
orada kavuşan, orada bir tutkuya büyümesi için
izin veren insanlardan bizi ayıran nedir ki..
Ayrılığı dört tekerleğin yönüne bindiren mi suçludur, o dört tekerleğe bir beşinci tekerlek olarak eklenen mi?!
Ansiklopediler açıklayamıyor bunu!

Dallı budaklı bir bedende,teras katındayız!
Bütün görüp görebileceğimiz: HAYAT!
O yüzden zar tutma,kağıt kurma,taş çalma aşkın peşinde koştururken!

Kök salmak, bitkilere has bir özelliktir; sen tek bir yere yerleşemezsin.
Geleceksin. Seni ölüme, aykırılığa, başkaldırıya davet eden, ait olduğun, bu soktuğum cehenneme geleceksin.
Bir çeşit love story meselesi!
Ama cesaret, biraz da büzük meselesi!

Sesim duyuluyor mu?! Sesimi işitmeye çalışanların kulakları var mı?!
Gece otobüslerinde cam kenarı masalları.
Gece otobüslerinde valizlere, çantalara doldurulup götürülen onca an!
Gece otobüslerinin seveni karartan o soluk, sarı ışıkları!
Karanlık bir kutu bu.
Karanlığı yasallaştıran, karanlığı bir güç gösterisine dönüştüren,
aydınlıklarla sınırlı olduğunu kanıtlayan bir kutu bu otobüs!
Muavini çağır yanına ve ona de ki: 'ben asla gelmemiştim,asla da dönmüyorum!.

'Zamana arka çıkan kahramanlar, yiğitlikler-trajik çelişkiler ve bir boka yaramayacak hüzünler için yakınlaştık seninle.
Yeni yıkanmış bir salkım üzüm gibiydin şarabını saklayan.
Ben Ortaçağ Avrupası'nı anlatan uzun metrajlı, biraz yavan, biraz vakit geçirtici bir filmdim;
sen ise Nirvana'ya ait şık bir klip!
Aşk, ağır iştir: emekli olamazsın, sigortası yoktur, ikramiye alamazsın, yıllık tatil izni verilmez,greve kalkıştın mı yersin sopayı, her dakika lokavt tehlikesiyle burun burunasındır,kaza riski yüksektir,amatörce uğraşılır!

Aşk, ağır iştir! Yol boyunca bunları şoföre dayatamazsın .
O, uykuya yenilmek üzeredir, sen ise rüyaya!
Yolculuklar neye ulaşma isteğidir?!
Bir inkar, bir veda, bir çarpışma, bir yaralanma nedeni midir?!
Böyle siktirip gitmek, geride kalanı sahnede zorla Stand Up Tragedia oyuncusu kılmaz mı?!
Bu kılınan, farz mıdır?!

Bambaşka aşk yolculukları yapmak zorunda kalacaksınız.
Bu dediklerim menenjite yol açmaz değil mi?!
Sen frengi de olma!
Karanlık bir kutu bu otobüs. Buğuladığın cama birşeyler yazmaya çalışırken sen, hareket ediyor araç.
Bakıyoruz ardından.

İşte gidiyorsun!
Gidiyorsun işte! Bir kenti terkediyorsun. Belki de sonsuza kadar.
Sonsuzluk neyse, ne halta yararsa, sonsuza kadar kadar terkediyorsun belki de.
Kaybolan farlara, stop lambalarına şöyle seslenmek geliyor içimden:

'Ben bir silahım! Ama hiçbir silah yaralamaz insanı, bir başka insan olmadan !'

K.İskender

Thursday, April 30, 2009

Ateş ve Buz

Bazıları dünyanının sonunun ateş olduğunu söylüyor,
Bazıları da buz.
Tutkuyu tattığımdan
Ateşi tercih ediyorum ben.
Ama iki kere yok olacaksa dünya,
Biliyorum nefreti yeterince
Buzla da yok olsun
Diyebilecek kadar.

Robert Frost

Monday, April 27, 2009

Alacakaranlık

Üç şeyden emindim. Birincisi, Edward bir vampirdi, ikincisi, bir yanı benim kanıma susamıştı ve bu yanının ne kadar güçlü olduğunu bilmiyordum. Üçüncüsüyse, koşulsuz ve geri dönülmez bir biçimde ona aşık olmuştum.

Sunday, April 26, 2009

Yeni ay

Peri masalı tekrar başlamıştı. Prens dönmüş, kötü büyü bozulmuştu. Ama çözülemeyen karakter hakkında ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Gökten düşen üç elma neredeydi?
Haftalar geçmesine rağmen Jacob hala telefonlarıma cevap vermiyordu. Artık merak etmeye başlamıştım. Sanki beynimin içinde sürekli damlayan bir musluk vardı ve ben onu ne kapatabiliyordum ne de duymazdan gelebiliyordum. Pıt, pıt, pıt. Jacob, Jacob, Jacob.

Sunday, March 8, 2009

Quote


“Every time I learn something new,
it pushes some old stuff out of my brain”
- Homer Simpson

Saturday, March 7, 2009

...


"Yarattıklarının iyiliğini düşünen,
mutlak egemen bir Tanrı'nın,
canlı bedenleri içindeki kurtçukları besleyen İnsanoğlu'nu
tasarlayarak yarattığına
kendimi bir türlü inandıramıyorum."
Darwin-1860

...

"Seni neden sevdiğimi kesinlikle biliyorum. Sen, dürtülerinin yönettiği bir hayvan gibi yaşıyorsun. Sanki gözlerin ve kulakların kapalı, ama içinde öylesine bir sezgi var ki seni küçüğe ve unutulmuşa götürüyor ya da olanaksız aşklara, tıpkı bizimkisi gibi umarsız aşklara. Elinden bir şey gelemeyeceğini, varlığının hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini biliyorsun, ama gene de devam ediyorsun."

Sunday, March 1, 2009

Aşka dair...

Eğer ; O'nu hatırladıkça başı göğe ermişçesine ya da asansör boşluğuna düşmüşçesine ürperiyorsa yüreğiniz...
ömrü saatlere sıkışmış bir kelebek telaşıyla O hüzünden bu neşeye konup kalkıyorsanız gün boyu nedensiz...
ve her konduğunuzda diğerini iple çekiyorsanız bu hislerin...
O'nunlayken pervaneleşen yelkovanlar, O'nsuz mıhlanıp kalıyorsa yerine, bir akrep kadar hain...
sınıfta, büroda, yolda, yatakta içiniz içinize sığmıyor,
O'ndan söz edilince yüzünüz, sizden habersiz, mis kokulu bir ekmek dilimi gibi kızarıyor, mahcup somurtuyor veya muzip sırıtıyorsa,
ve O, her durduğunuz yerde duruyor, her baktığınız yerden size bakıyor, siz keyiflendikçe gülüp, hüzünlendikçe ağlıyorsa...
dünyanın en güzel yeri O'nun yaşadığı yer, en güzel kokusu bedenindeki ter, en dayanılmaz duygusu gözlerindeki kederse...
hayat O'nunla güzel ve onsuz müptezelse...
elmalar pembe, kiremitler pembe, gökyüzü, yeryüzü, O'nun yüzü pembeyse,
kışlar ilkbaharsa, yazlar ilkbahar, güzler ilkbahar...
her şiirde anlatılan O'ysa...
her filmin kahramanı O...
her roman O'ndan söz ediyor,
her çiçek O'nu açıyorsa...
bir anlık ayrılık, bir ömür gibi geliyor
ve O gider gitmez özlem saç diplerinizden çekiştirip beyninizi acıtıyorsa,
iştahınız kapanıyor, iştahınız açılıyor, iştahınız şaşırıyorsa...
iştahınız, hasret acısında bile karşı konulmaz bir tat buluyorsa...
eliniz telefonda yaşıyor, işaret parmağınızla ha bire O'nu tuşluyor, dara düştüğünüzde kapıyı çalanın O olduğunu adınız gibi biliyorsanız...
mütemadi bir sarhoşluk halinde, her çalan telefona O diye atlıyor, vitrindeki her giysiyi O'na yakıştırıyor, konuşan birini dinlerken "keşke O anlatsa" diye iç geçiriyorsanız...
kokusu burnunuzdan, sureti gözünüzden, sesi kulağınızdan, teni aklınızdan silinmiyorsa bir türlü...
özlemi, sol memenizin altında tek nüsha bir yasak yayın gibi taşıyorsanız gün boyu...
hem kimseler duymasın, hem cümle alem bilsin istiyorsanız...
O'nsuz geceler ıssız, sokaklar öksüzse...
ayrılık ölüme, vuslat sehere denkse...
gamze gamze tebessüm de onun içinse, alev alev öfke de;
bunca tavır, bunca sabır ve nihayetsiz kahır hep O'nun yüzü suyu hürmetine...
uğruna ödenmeyecek bedel, gidilmeyecek yol, vazgeçilmeyecek konfor yoksa...
dışarıda yer yerinden oynuyor ve "içeri"de bu sizi zerrece ilgilendirmiyorsa,
nedensiz küsüyor, sebepsiz affediyorsanız
ve bütün bu hallerinize siz bile akıl erdiremiyorsanız
kaybetme korkusu, kavuşma sevincinden ağır basıyorsa
ve aşk, gurura baskın çıkıyorsa bu yüzden her daim...
gece yarısı kadim bir dost gibi kucaklayan tanıdık bir şarkı, bütün acı sözleri unutturmaya yetiyorsa...
Her gidişte ayaklarınız "Geri dön" diye yalpalıyorsa
ve siz kendinize rağmen dönüyorsanız,sınırsız, sabırsız, doyumsuz bir tutkuyla...
...o halde bugün sizin gününüz!..
"Çok yaşa"yın ve de "siz de görün"üz.

Can Dündar

Sunday, February 22, 2009

...

Hurmalar tırmalar...

Bu kriz, 2001'den büyük olacak.
Böylesi görülmeyecek...
*
Çünkü.
*
Dünyanın hiçbir ülkesi...
Bankaları, limanları, telefonları
yabancıya satıldı diye alkış tutmaz.
*
Dünyanın hiçbir ülkesinde...
Bi fabrika bile kurulmadığı halde
"büyüyoruz" diye sevinilmez.
*
Dünyanın hiçbir milleti, girmediğimiz halde, AB'ye girdik diye havai fişek fırlatmaz... Dünyanın hiçbir ekonomi profesörü, ekrana çıkıp, borcumuz arttığı halde, utanmadan, borcumuz azaldı demez... Dünyanın hiçbir başyazarı, gazete okumayın diyen başbakanın yanağını okşamaz... İngiltere hariç, dünyanın hiçbir ülkesinde, ekonomiden sorumlu bakan İngiliz vatandaşı olmaz... Dünyanın hiçbir sanayi odası başkanı, dünyanın en yüksek faizini vererek sanayinin canına okuyan hükümette sanayi bakanlığı koltuğuna kurulmaz... Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde, partiler oy için kömür, buzdolabı, çamaşır makinesi dağıtmaz, hiçbir hukuk izin vermez, hiçbir seçmen de, kendi parasıyla kendine avanta dağıtana dua etmez... Dünyanın hiçbir ahalisi, doğalgaz faturaları, elektrik faturaları, benzin faturaları ortadayken, enflasyon düştü diyeni "he valla" diye tasdiklemez... Dünyanın hiçbir parlamentosu, emekliye, memura yüzde 2 zam verirken, kendine yüzde 30 zam istemez. Dünyanın hiçbir medyası, ithalat rakamlarını göstermeden, ihracatı "rekor" diye manşet yapmaz.
*
Resmi işsiz güya 3 milyon...
Çünkü, dünyanın hiçbir ülkesinde, "İş arıyor musun?" diye sorulduğunda "İş aramaktan umudumu kestim" diyen 2 milyon kişi, "İşsiz değil bu" diye hesap dışı bırakılmaz.
*
Uganda'da bile...
Benim oğlan gemicik aldı, ayda 50 bin dolar taksitle ödeyecek, küçük oğlan da pırlantacı açtı diyene, "Uganda seninle gurur duyuyor" diye tempo tutulmaz.
*
Alkış tutuyorsan...
Seviniyorsan...
İnanıyorsan...
Havai fişek fırlatıyorsan...
E o kriz, görülmemiş kriz olur.
Ve haliyle, müstahaktır.

Yılmaz Özdil

Monday, February 9, 2009

Yaratıcı Kalkınma Fikirleri Yarışması

Yaratıcı Kalkınma Fikirleri Yarışması Türkiye, 2009

Yaratıcı Kalkınma Fikirleri Yarışması, Dünya Bankası ve ortakları tarafından tüm dünyada "Development Marketplace" başlığı altında yürütülen bir yarışma programıdır.
Dünya Bankası tarafından küresel, bölgesel ve ulusal seviyelerde değişik konu başlıkları altında düzenlenen yarışmada, sivil toplum gruplarından, toplumsal girişimcilerden, akademi ve işdünyasından gelen farklı ve yenilikçi fikirlerin toplanması hedeflenmektedir.

http://www.yaraticifikirler.org

Quiet times

ask me where i go tonight i go back to today last year.
me and you had to make each other happier, and there was hope and everything.

its hard enough to feel the world as it is and hold on anything.
without these quiet times you've brought round here.

im gonna have to run away, im sure that i belong some other place.
i've seen another side of all i've seen it keeps me wondering where my family is.

its hard enough to see the world as it is, and hold on anything.
without these quiet times coming round here.

now i miss you...
now i want you...
but i can't have you...
even when your here...

suppose i have to take you with me,
broken mind i'd rather leave you here.

to forget everything you've seen and known erase every idea.
and you walk up in the street, and hold my hand and smile.
well i won't be taken in, cus i know how it turns out.
and it takes me back to these quiet times coming round here.

now i miss you...now i want you...
your not coming back...and i need you...
but i can't have you...even when your here...

quiet times-dido

(çok huzur verici bir şarkı olduğunu düşünüyorum.)

Sunday, February 8, 2009

Ezenler ve ezilenler!

Başbakan Erdoğan, Davos’ta İsrail’e posta koydu ama Filistinlilerin çektiği çilenin daha uzun süre devam edeceği anlaşılıyor.

İsrail, acımasız ve gaddar! Hamas ise aptal! Uzlaşmaz tutumuyla göz göre göre masum insanların ölümüne sebep oldu, bundan sonra da olacağa benziyor!

Dünya hissiz ve sessiz... Arap ülkeleri karaktersiz; kendi ırklarından, kendi dinlerinden olan insanların acımasızca öldürülmelerine kılları bile kıpırdamıyor!

Davos'ta Başbakan Erdoğan'ın ezilenleri savunan davranışı için bazı arap ülkelerinin "Arap olmayan milletler Arapların işine karışmasın" demesi şaşırtıcıdır.

Tayyip Bey nekadar sert çıkarsa çıksın, Amerika'nın koruyucu şemsiyesi altındaki İsrail, savunmasız insanları vurmayı sürdürecektir.

Binlerce yıldır ezilen İsrailoğulları, şimdi zayıfları ezen bir ulus oldu.

İsrail Siyonist bir devlet...

"Dünyanın dört bucağına dağılan Yahudi halkının çektiği çile yeter. Biz de bir devlet kuralım" düşüncesiyle başlayan Siyonizm akımının sonucu, 1948 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla Filistin topraklarının üzerinde İsrail Devleti kuruldu.

O gün bu gündür bölgede huzur yok! Bombalar patlıyor, insanlar ölüyor!

Binlerce yıldır ezilen İsrailoğulları, o günlerin acısını fukara Filistin halkından çıkarıyor.

***

Yıllar önce, 9.Cumhurbaşkanı Demirel'in bir davetiyle önce Kudüs'e gitmiş, oradan da Gazze'ye geçmiştik...

Gazze'de yaşlı bir Filistinlinin içini çekerek, "Keşke Osmanlı bu topraklardan gitmeseydi" dediğini hatırlıyorum.

Bugün kan gölüne dönen Filistin toprakları, 1516 yılından 1917 yılına kadar tam 401 yıl, Osmanlı Devleti'nin idaresinde barış ve huzur içinde yaşamıştı.

Peki Osmanlılar bunu nasıl başarmışlardı?

9.Cumhurbaşkanı Demirel, bir anısını naklederek bunu şöyle anlatmıştı:

***

Eski Belçika Başbakanı Tindeman bana geldi ve "Osmanlı, Balkanlar'ı 5oo yıl savaşsız nasıl idare etti?" diye sordu. Ben de dedim ki:

"Herhalde Osmanlı'yı geri istemiyorsunuz. Çünkü Osmanlı'yı devirmek için her şeyi yaptınız. Osmanlı, Balkanlar'ı ve Ortadoğu'yu nasıl idare etmiştir, bakın size söyleyeyim:

Sınır yok, toprak kavgası yok, ticari menfaat yok, buna karşılık güvenlik var, adalet var. Çünkü Osmanlı Devleti'nin temeli adaletti.

Sonra İsrail'e gittik. İsrail-Filistin çatışmasının nasıl durdurulabileceğini araştırdık. Barak geldi bizim yanımıza ve dedi ki:

Biz burayı idare edemiyoruz. Çünkü biz burada ne yapsak kavga çıkıyor. Osmanlı, küçük şeritli jandarma onbaşısı ile buraları idare etmiş, bunun sırrı nedir?

Ben de dedim ki:

"Bunun sırrı, o koldaki şerit var ya o, imparatorluğun işaretidir. O, senin sandığın gibi küçük bir işaret değil. Onun arkasında sultan var, hak var , adalet var. Eğer ona zarar gelirse, zarar vereni anasından doğduğuna pişman eden var. Yani güç var, bir devlet olayı var, bir otorite var, işte odur mesele..."

***

1917 yılında açgözlü Araplar, İngiliz altınlarına tav olup Türk askerini arkadan vurduklarından bu yana o topraklarda huzur ve rahat kalmadı. Ortadoğu'da bombaların patlamadığı, kanın akmadığı gün yok.

Arap ulusları, İngilizlerle işbirliği yapıp Osmanlı'yı o bölgeden atmakla, kendilerine kurşun sıkmış oldular. Ektiklerini biçtiler.

Monday, February 2, 2009

Ölümü ektim randevu yerinde beklemekten ağaç olsun

Zembereği boşalmış sözcüklerin
Akreple yelkovan öpüşüyor onikide
Bütün ziller vaktinde vuruyor,
tembellik edip gitmeyeceğim
Kusura bakma ölüm
Bugün de gecikeceğim
Sessizlik çökmüş kentin sokaklarına
Martılar uykuya dalmış
Kar bütün izlerini örtmeye hazır
Randevularımıza sadığımdır sektirmem saatini ama bu sefer tembelliğim tuttu, ölüm daha çok beklersin beni…
Şimdi kış ölümün vaktidir derler ve tecrübelerimden bilirim kışın ölene söverler.
Kusura bakma ölüm
ben ardımdan sövdürmem.
Bu randevuya asla gelmem.
Bu şiirin içinden tren de geçebilir
Uçak da
Vapur da
Bütün teknolojik ölüm aletleri de
ama hiç birine binmeyeceğim
Kusura bakma ölüm
gelmeyeceğim

Gelecek öyle uçsuz bucaksız duruyor ki
Ve ben ne olacağını merak ederken
hani filmin en güzel sahnesinde
sinemadan çıkar gibi
hayattan çıkıp gidemem
Kusura bakma ölüm
Adın çok soğuk gelemem
Bunca mazeretim varken
yaşama dair,
ölümü aklımdan bile geçirmem
Seviyorum seni hayat
tüm kötü sürprizlerini de..

Erol Zavar

Tuesday, January 27, 2009

Muse - Unintended

you could be my unintended choice
to live my life extended
you could be the one i'll always love

you could be the one who listens
to my deepest inquisistions
you could be the one i'll always love

i'll be there as soon as i can
but i'm busy mending broken
pieces of the life i had before

first there was the one who challlenged
all my dreams and all my balance
she could never be as good as you

you could be my unintended choice
to live my live my life extended
you should be the one i'll always love

i'll be there as soon as i can
but i'm busy mending broken
pieces of the life i had before
before you

(" i'm busy mending broken pieces of the life i had before " hayatımdaki kırık parçaları onarmakla meşgulum gerçekten de vurucu bi cümle...)