Wednesday, August 27, 2008

Otuz beş yaş

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Cahit Sıtkı Tarancı

('yaş otuz beş! yolun yarısı eder' demesine rağmen kendisi için yolun yarısı 23 olmuştur.
Ayrıca 'Şakaklarıma kar mi yağdı ne var?' edebiyat derslerinde en çok kullanılan mecazli anlatım örneklerdendir. Tecahüluarif bilipte bilemezden gelme gibi bi anlami var :p )

Tuesday, August 26, 2008

Ödüllü Reklamlar

mis mis
iğrenç :/
cidden dikkat çekiyor





(real big burgers)
















(saçlarım benim herşeyim ben ölsem de onlar daima kalıcak gibi bi anlam çıkıyor :d )

(işte bu güzel olmuş hassas bir yüze sahipler önemli olan cildimiz :p )

Sunday, August 24, 2008

Biri tasarım mı dedi ??


Tasarım her zaman sanılandan daha önemlidir. İşte bir saat reklamı ve harika bir tasarım... Sanırım amacına gayet uygun.




Bardakta tasarım


Baş ağrısına iyi gelen bilindik ilaç markası Panadol için tasarlanan promosyon poşetleri oldukça hoş. Markanın mesajını etkili ve esprili bir dille anlatmayı başaran tasarım; Stop n’ Grow poşetlerine benzer kurgulanmış olup, tüketici ile doğrudan iletişime geçiyor.




Tasarım harikası binalar

Yalnız bayanlara evlerinde uzanmış keyif yaparken eşlik edecek yastık tasarımı fikri, Kameo Corp tarafından “Boyfriend Arm Pillow” adıyla piyasaya sunuldu. (boyfriend yastık)

Ayna görünümünde olan bu alet Japon Thanko tarafından üretilmiş bir web kamerası. Ayna içine gömülü olan kameranın etrafında LED lambaları bulunuyor.

Normal fenerlerin sadece nereye gittiğimizi göstermesine alternatif olarak tasarlanan bu fener, aynı anda nerede bulunduğumuzu da gösterebiliyor.

Sadece uçak yolcularını hedefleyen bir reklam aracı. Gerçekten özel bir durum. Hem geniş bir alan, hem de çok dikkat çekici. Ad-Air isimli ingiltere merkezli bir şirket, sadece uçak yolcularını hedefleyen dev outdoor’lar ( 3 futbol sahası genişliğindeymiş) yapmış. İlk örnek ise Dubai’ye yapılmış ve Guinness rekorlar kitabına bile girmiş bu reklam. Doğal olarak internette de sıkça haber olmuş. Fikir güzel, uygulama güzel, reklamcılık şekli güzel ve akılda kalıcı. Bu tarz şeyler önceden tarlalara çiziliyordu ama bu genellikle hava alanı yakınına ve tamamen renkli baskılı olarak yapılmış.


Zagoory Designs tarafindan detayına kadar düşünülmüş metalden zımba teli çıkarıcılar ve zımbalar goril, ayı, dragon, aslan, ve daha da değişik şekillerde tasarlanmış.


Bu ürün alttan verilen elektro manyetik dalgaların gücüyle yer çekimine karşı koymayı başarıyor. Almanya satış fiyatı olarak 100 Euro belirlenmiş. Tabi ki düşündüğünüz gibi şu an bu ürün Türkiye'de bulunmamakta.

Bilmemek ne kaybettirir, Bilmek ne kazandirir


Az ışıkta okumak gözlere zarar vermez. Ama gözlerinizin gereksiz yere yorulmasını istemiyorsanız aydınlık yerde okuyun.

Dünyadaki ısı 1900 yılından itibaren 0.7 derece arttı.

Kaydedilen en uzun tavuk uçuşu 13 saniyedir.

Dünyadaki beyaz karıncaların toplam ağırlığı insanlarin 10 katıdır.

Eşeklerin gözleri dört ayaklarını da görebilecek şekildedir.

Kedilerin her bir kulağında 32 adele vardır.

Kutup ayıları solaktır.

Zürafalar 35 cm. uzunlukta siyah bir dile sahiptirler.

Hayvanlar aleminde sadece domuzlar güneşten yanabilir.

Baykuş, mavi rengi görebilen tek kuştur.

İnsanları parmak izinden, köpekleri ise burun izinden tanımak mümkündür.

Develerin üç tane kaşı vardır.

Kirpiler suyun üzerinde batmadan kalırlar.

Istakozların kanı mavi renktedir.

Eski Mısır’da kediler kutsal hayvan sayılıyordu ve öldükleri zaman insanlar saygılarını göstermek için kaşlarını kazırlardı.

Fil yavrusu, hortumuyla annesinin kuyruğuna tutunarak dolaşır. Sürü içindeki dişiler doğumlarını birbirlerine göre ayarlayıp sırayla doğum yapıyorlar.

Kuş örümceği sırtında 300 yavrusuyla gezer.

Keseli farenin yavruları annelerinin sırtına ısırarak tutunur.

Salyangozların 25 bine yakın dişi vardır.

Yılanlar duyamaz.

Zürafalar yüzemez.

Kediler şeker tadını ayırt edemez.

Timsahlar, dillerini dışarıya çıkaramazlar.

Kangurular, geriye doğru yürüyemez.

Kelebekler, ayakları ile tat alırlar.

Atlar, bir ay ayakta kalabilirler.

Fareler kusamaz.

Deniz kobrası, dünyanın en zehirli yılanıdır.

Filler zıplamayan tek memelilerdir.

Yetişkin bir ayı, bir at kadar hızlı koşabilir.

2 bin 600 kurbağa cinsi vardır.

Bir sineğin, saatteki hızı 8 km’dir.

Yunuslar, gözleri açık uyurlar.

Sümüklüböceklerin dört tane burnu vardır.

Bir devekuşunun gözü beyninden büyüktür.

İnek sütünün pH değeri 6’dir.

Bir timsahın gözlerinin arasındaki mesafe, ayaklarının büyüklüğüne eşittir.

Dalmaçyalilar gut olmayan tek köpek cinsidir.

Ayı inlerinin girişleri her zaman kuzeye bakar.

Değerli taşların çoğu birkaç elementten oluşur, sadece pırlanta tamamen karbondan oluşur. Bukalemunların dilleri, vücutlarından iki kat daha uzundur.

Üzerinde barkodu olan ilk ürün Wrigleys marka sakızdır.

Kereviz yerken harcanan kalori, kerevizin içindeki kaloriden daha fazladır.

Hipopotamlar insandan daha hızlı koşarlar.

Meşe ağaçları elli yasına gelmeden meşe palamudu üretemezler.

Aslanlar bir günde 50 kez çiftleşebilirler.

İnsan elinde, en yavaş uzayan tırnak bas parmağınki, en hızlı uzayan tırnak ise orta parmağınkidir.

Hawaii alfabesinde sadece 12 harf bulunmaktadır.

Güney Kore başkenti Seul, Kore dilinde “başkent” anlamına gelir.

Kanada, Kızılderili dilinde “büyük köy” anlamına gelmektedir.

İngilizcedeki Wendy ismi, Peter Pan hikayesinde kullanılmak üzere uydurulmuştur.

Sahra Çölündeki Tidikelt kasabasına on yıl boyunca hiç yağmur yağmamıştır.

Mumyaların ayak parmakları tek tek sarılarak mumyalanmıştır.

Dünyadaki ilk telefon rehberinde sadece elli isim yer almıştı. 1878 yılının şubat ayında Connecticut New Haven’da yayınlanmıştı.

Yataktan düşerek ölme olasılığı iki milyonda birdir.

ABD’de, yasları 20 ile 29 arasında olan zenci erkeklerin üçte biri ya hapiste ya da gözaltında tutulmaktadır.

Ortalama bir erkek, hayatinin 3350 saatini traş olmak için harcar.

Geçen 3 bin 500 yılın, sadece 230 yılı barış içinde yaşanmıştır.

Sallanan sandalyede hiç durmadan sallanma rekoru 440 saattir.

Bir cam kırıldığında, ufalanan parçalar saatte üç bin millik bir hızla etrafa saçılır.

İnsan saçı, üç kilo ağırlık kaldırabilecek esnekliktedir.

Günümüzde, evlenenlerin yarısı boşanmaktadır.

Beethoven beste yapmadan önce kafasını soğuk suya sokardı.

Her 25 kişiden biri astım hastasıdır.

Uranüs, çıplak gözle görülebilen bir gezegendir.

Kaptan Cook, Antarktika hariç bütün kıtalara ayak basan ilk insandır.

Günışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır.

Bir okyanusun en derin yerinde, demir bir topun dibe çökmesi bir saatten uzun sürer.

Bugüne kadar ölçülmüş en büyük buz dağı, 200 mil uzunluğunda ve 60 mil genişliğindedir ve Belçika’dan daha büyük bir yüzölçümüne sahiptir.

Charles Dickens, uykusuzluk hastalığına yakalanmıştı. Sadece yüzünü kuzeye dönerse uyuyabileceğine inanıyordu.

Bugüne kadar kaydedilmiş en büyük dalga, 1971 yılında Japonya’nın Ishigaki Adası’nda 85 metre yüksekliğine ulaşmıştır.

Açık bir gecede, çıplak gözle iki bin ayrı yıldızı görmek mümkündür.

Kış aylarında, Moskova’daki buz pateni pistleri 250 bin metrekarelik bir alanı kaplar.

Rusya’da doğudan batıya doğru seyahat edilirse, yedi saat kuşağı geçilir.

Norveç’in kuzeyinde, her yaz 14 hafta gece gündüz güneşli geçer.

Sadece dişi sivrisinekler ısırır.

Dünyada her dakika iki tane düşük şiddette deprem olmaktadır.

Hindistan’daki yıllık doğum sayısı, Avustralya’nın toplam nüfusundan fazladır.

Rusya’nın dörtte biri ormanlarla kaplıdır.

Tarih boyunca yeryüzünde bulunan altın 200 kat daha fazlası okyanuslarda bulunmaktadır. Köpeklerin ter bezleri ayaklarındadır.

Larry Hagman (JR.)Dallas dizisinin setinde hiç kimsenin sigara içmesine izin vermezdi. Salatalığın yüzde 96’si sudur.

Bir kilo limonda bir kilo çilekten daha fazla şeker vardır.

Peru’da hiç umumi tuvalet yoktur.

Timsahlar renk körüdür.

Yarim kilo bal yapabilmek için arılar iki milyondan fazla çiçekten bitki özü toplamak zorundadırlar.

Sadece dişi kanaryalar ötebilir.

Tarantulalar iki buçuk yıl yiyeceksiz yasayabilirler.

Havuca rengini karoten verir.

İnciler sirkede erir.

Venüs saat yönünde dönen tek gezegendir.

Rodin’in ünlü ‘Düşünen Adam’ heykeli aslında İtalyan şair Dante’nin portresidir.

En fazla asfaltlı yola sahip ülke Fransa’dır.

Sihirli sözcük ‘abrakadabra’ ilk olarak yüksek ateşli hastaların ateşlerini düşürmek için söylenmişti.

Marilyn Monroe’nun altı ayak parmağı vardı.

Albert Einstein dokuz yaşına kadar düzgün konuşamamıştı.

Her iki taraf da kan bağışında bulunursa, Paraguay’da düello yapmak yasaldır.

Eiffel Kulesi’nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak var.

Eskimolar buzdolaplarını yiyeceklerin donmaması için kullanırlar.

Telefonun mucidi Alexander Graham Bell, karısı ve annesiyle hiçbir zaman telefonda konuşamadı. Çünkü ikiside doğuştan sağırdı.

İnsanlar vücutlarinda 300 adet kemikle doğuyorlar ama yetişkin olduklarında bu sayı 206 ´ya düşüyor.

Sağ elini kullanan insanlar, sol elini kullananlara göre ortalama dokuz yıl daha fazla yaşıyorlar. Bir insan yaşamı boyunca iki yüzme havuzu dolduracak kadar tükürük salgılar.

Telefonunuz 201 parçadan oluşur.

Yetişkin bir insan günde ortalama 23.000 kez nefes alır.

Amerikan halkının %49 ´u hergün kişi başına 3.3 fincan kahve içiyor.

Sarışinların esmerlere göre daha fazla saçı vardır.

İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir.

Gözleri açık tutarak hapşırmak imkansızdır.

Bir insan yedi dakika içerisinde uykuya dalar.

Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.

Mexico City her sene 25 cm. kadar batıyor.

Bir oyun ne önemi vardır. 1923 ´de bir oy, Adolf Hitler ´i Nazi partisinin liderliğine getirdi.

Kibrit kutusu kadar bir altın,bir tenis kortu büyüklüğüne kadar inceltilebilir.

İnsan günde ortalama 80 ile 100 saç teli döker.

Shakespeare 23 Nisan ´da doğdu ve 23 Nisan ´da öldü.

Michael Jardan ´ın bir senede Nike reklamlarından kazandiği para, Malaysia´daki Nike fabrikasinda çalisan tüm personelin aldığı senelik maaştan daha fazladır.


(ntvmsnbc.com)

(sanırım bunların içinde en ilginci sonda okuduğumuz michael jardan'ın ki olsa gerek.)

Saturday, August 23, 2008

ilginç??


Kartal, kuş türleri içinde en uzun yaşayanıdır.


80 yıla kadar yaşayan kartallar vardır.

Ancak bu yaşa ulaşmak için, 40 yaşlarındayken çok ciddi ve zor bir kararı vermek zorundadır. Kartalın yaşı 40'a dayandığında pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını kavrayıp tutamaz duruma gelir.

Gagası uzunlaşır ve göğsüne doğru kıvrılır.

Kanatları yaşlanır ve ağırlaşır.

Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.

Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.

Dolayısıyla kartalın burada iki seçimden birisini yapması gerekir.

Ya ölümü seçecektir ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci 150 gün kadar sürecektir.

Bu yönde karar verirse kartal bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya duvarda, artık uçmasına gerek olmayan bir yerde yuvasında kalır.

Bu uygun yeri bulduktan sonra kartal gagasını sert bir şekilde kayaya vurmaya başlar.

En sonunda kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.

Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını bekler.

Gagası çıktıktan sonra bu yeni gaga ile pençelerini yerinden söker çıkarır.

Yeni pençeleri çıkınca kartal bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmayabaşlar.

5 ay sonra kartal, kendisine 30-40 veya daha uzun süreli bir yaşam bağışlayan meşhur yeniden doğuş uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

ilginç?


Parklarda görülen atlı heykellerin ön iki ayağı havada ise heykeldeki kişi, bir savaşta ölmüştür. Eğer yalnızca bir ayağı havada ise, savaşta yaralanmış demektir. Eğer dört ayak da yerdeyse, normal nedenlerle ölmüştür.Bu kurala uymayan heykeller, racona ters heykellerdir.

Friday, August 22, 2008

Biliyorum Bu Yara Hiç Kapanmayacak



Telefonlarıma cevap vermeyeceksin…Cevap versen bile, öyle yorgun öyle isteksiz çıkacak ki sesin, bir küfür gibi…
Sevmeyeceksin beni…Biliyorum bu şehri bana dar edeceksin…
Çünkü anladın; sevgimden tanıdın beni.O yanık, o hasta bakışımdan…Uçuruma atlar gibi sevdalanışımdan…
Sevmek deyince, hemen ardından, ölüm, dememden anladın…
Anladın ve kardeşini bir kabustan uyandırır gibi çırılçıplak gerçeğe uyandırdın beni; uyandırdın ve kaçtın…
Çünkü sen de benim gibiydin; sen de benim gibi seni sevmeyeni sevdin hep. Sana acı çektireni…Seni aramayanı, telefonlarına çıkmayanı, çıkınca seninle bir küfür gibi konuşanı sevdin… Sen de benim gibi seni incitip üzeni sevdin hep. Bakışından hissettim bunu, kokundan, dokunuşundan…

Beni sevmeyecektin biliyorum ama…Ama, öyle susamıştımki kendim gibi birini sevmeye…Öylesine muhtaçtımki gercekten incitilmeye, gercekten acı çekmeye, kendim gibi birini özlemeye öylesine muhtaçtım ki, seni tanır tanımaz çözüldüm…
Sana da olmuştur…Öylesine susamışsındır ki sevilmeye, kendin gibi birini bulunca tutamaz kendini, herşeyi, belkide söylenmiycek her şeyi o an, garip bir telaşla söylersin…
Hatta söylerken anlarsın, söylememen gereken şeyleri söylediğini hissedersin, battığını, giderek çıkmaza girdiğini…Ama yine de engelleyemezsin kendini tutamazsın.
Aleyhinde olabilecek herşeyi söylersin…Üstelik bunu anladıkca daha da batırmak istersin kendini…Biraz daha zor duruma düşürmek…
Daha da kaybetmek, daha da dibe batmak istersin…Sanki bile isteye kendi mutlulugunu kendi elinle bozmak istersin…Kendinden gizli bir öç alır gibi. Sanki hiç mutlu olmak istemiyormuş gibi…Sanki hiç sevilmek istemiyormuş gibi…
Bir tür gurur muydu bu?
Birgün nasılsa ve hiç olmadık bir anda alınıp kopartılmadan, kendi ellerimizle onu yok etmek, bizim gibilerin mutluluğuna tahammül edemeyen bu hayatta, bu hayatın zorba kurallarına bir tür başkaldırmak mıydı?
Bir şizofren çocuk tanımıştım bir gün. Tam karşımda oturuyordu. gencecik, yakışıklı bir çocuktu.Şizofren olduğunu biliyordu.Biliyordu iyileşemiyeceğini…İki de bir, önce kolunu uzatıp, sonra avucunu açıyor; Mutluluk avuçlarımdaydı, yakalamıştım ama kaçtı diyor, kaçtı, derken avuçlarını boşluğa kapatıyordu…
Hiç unutmuyorum, bu hareketi defalarca yapmıştı…
Yine hiç unutmuyorum; burjuvalara özenen bir ailede büyüdüm ben. Görgü kitabı masanın üstünde dururdu hep.
Annem o kitabı defalarca ezberletirdi bize.Yemeğe nasıl oturulacak..çorba nasıl içilir? Kaşık nerede, çatal nerede durmalı…Balık nasıl yenir? Peçete nasıl katlanır…Sinemada nasıl oturulur…

Ben de eskiden senin gibi saftım. İnanırdım bu dünyada bile şölenler olacağına…Bu dünyada anne, baba, kardeşler, bir sofrada lekesiz bir mutluluk yaşayabilirler diye inanırdım…O kasvetli görgü kuralları kitabına rağmen inanırdım…
Önce dilediğim gibi başlardı herşey. Herkes bir arada, sonsuz mutlu gibi…Sonra birden hiç beklenmedik bişey olur, biri ağlayarak odaya kaçardı…İçerden, arka odadan, ağlamaklı, sonsuz küskün sesler gelirdi; bıktım artık, bıktım, usandım hepinizden, gideceğim buralardan, yetti artık! …
Ben de senin gibi saftım o zamanlar…Gidilecek neresi var dı ki derdim…İşte hep birlikteyiz…Alemi var mı bu mutluluğu bozmanın? …
Sonraları çok sonraları anladım. Meğer biz, bizim aile, herkes, tesadüfen bir araya gelmişiz tesadüften de öte…Biz…bizim aile, herkes, aslında hiç istemeden, nedeni bilinmeyen bir zorunluluk sonucu bir araya gelmişiz… Aslında biz bir araya gelmemek için yaratılmışız.
Hayatın en büyük yanlışıymış bizim bir arada olmamız! …
Evet cok geç anladım…
Bıraktım lekesiz mutlulukları; ben kavgasız, üzüntüsüz bir pazar sofrası özlerken, aslında herkes…annem, babam, kardeşim o evden uzaklara, hiç dönmemek üzere çok uzaklara gitmek istiyormuş…
Dünyanın en mutsuz otogarı…Dünyanın en imkansız istasyonuydu bizim evimiz…Yıllarca uzaklara, cok uzaklara gitmek isteyip, bir türlü gidemeyenlerin sonsuz bekleme durağıydı bizim evimiz…
İşte bu yüzden sevmek benim için bir tutsaklıktı, tuzaktı böylesi sevip bağlanmak.Uzaklara cok uzaklara gitmek isteyenleri engellemekti. Sevgi yüzünden bizim ailedeki hiç kimse istediği yere gidemiyordu…Birbirimize duyduğumuz sevgi, aynı zamanda bizi birbirimize düşman ediyordu…

Hem biz, bizim aile…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar gibiydik…
Bu yüzden hep hırçın, hüzünlü, kırgındık…
Bu yüzdendi, her şeyi, çok iyi gidiyor sanırken, içimizde yükselmesine bir türlü engel olamadığımız o felaket duygusu…
Anlamıştım senin ailen de böyleydi…
Üstelik öyle severlerdi ki sizi, birgün hiç olmadık bir anda, aslında istenmeyen çocuklar olduğunuzu söylerlerdi size! …
Sana ya da kardeşine…Tesadüfen dünyaya geldiğinizi…Beklenmedik bir misafir olduğunuzu! …Aksi gibi, istikbaliniz için hiçbir şeyi esirgemediklerini söyledikten sonra söylerlerdi böyle sıradan şeyleri! …
Sizin için…Senin için hiçbir fedakarlıktan kaçınmadıklarını söyledikten sonra…
Senin de ailen benimki gibiydi…Güneşli bir günde ansızın başlayan sağanak yağmurlar gibiydi…Bu yüzden sen de benim gibi böyle hırçın, hüzünlü, kırgınsın her şeye…
Yıllar önce tanıdığım o şizofren çocuk gibi; tam mutluluğu yakalamışken kaybetmiş gibisin hep…

Ben beni istediğim gibi sevmemiş olan annemin hayaletini arıyorum imkansız kadınlarda…
Sen, seni istediğin gibi sevmemiş olan babanın hayaletini arıyorsun imkansız erkeklerde…
Biliyorum ne ben o kadını bulacağım ne de sen o erkeği bulacaksın…
Ve ne acı ki, hep bizi sevmemiş olanları seveceğiz ikimizde…Ne acıki, hep bizi incitip üzenlere bağlanacağız…Telefonlarımıza çıkmayanlara… Çıksa bile küfür gibi konuşanlara sevdalanacağız…

Bizden bir çift güzel laf esirgeyenleri özleyecegiz…
Ölesiye, amansız seveceğiz onları…
Biliyorum, bu yüzden odan böyle…Güncelerin ortalık yerde…Kitapların orada, burada…Anıların saçılmış ortalık yere…Her şeyin darmadağın… Biliyorum bu yüzden düzenden, adı düzen olan her şeyden nefret ediyorsun…Sen de benim gibi; toparlayıp da ne yapacağım, düzenli olunca ne olacak; sonunda bir gün biri gelip her şeyi, biriktirdiğim, düzenlediğim, üzerine özenle titrediğim her şeyi daha önce hep olduğu gibi hiç beklemediğim bir anda savurup, bozup gitmeyecek mi, diye düşünüyorsun…
Biliyorum, sen benim için hiç bir zaman ulaşamayacağım annemin hayaletisin…Ailemdeki insanlar gibisin çok duygusal çok güçlü, çok yaralı… Onlar da senin gibi seninkiler gibiydi…Aklı başında, mazbut insan rolünü oynamaktan ve ertelenmiş düşleri yüzünden yorgun düşmüş, yarı çılgınlardı…
Hepsi yanlış evde ve yanlış bir yerde yaşadıklarını söylerlerdi…Düşleri çok garipti…En kısa yolculuk bile onları yorduğu halde; okyanusları aşmayı ve başka kıtalara gitmeyi düşlerlerdi…

Yine aradım seni, yoksun…bulsam, benimle küfür gibi konuşacaksın… Bir kere çözüldüm sana…Bir kere sana senin gibi olduğumu hissettirdim… Oysa baştan beri biliyordum; sen.seni sevmeyenleri seversin.Tıpkı benim gibi…
Ama öyle özledim ki benim gibi birini sevmeyi…Öyle özledimki kendim gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi…
Yine aradım seni yoksun…Beni de birileri arıyor…Beni de kendi gibi birini sevmeyi özleyenler arıyor…Kendi gibi biri tarafından incitilmeyi, üzülmeyi özleyen birileri arıyor.
Hiç cevap vermiyorum…Ben seni istiyorum, seni arıyorum… Kayıtsızlığınla beni yok ediyorsun, geride sen kalıyorsun.Ama seni de biri yok ediyor… Aslında bu oyunda herkes birbirini yok ediyor…
Ben birilerini, o birileri başkalarını.Sen beni…Seni bir başkası… Hem çok iyi biliyorum; beni sevsen bile hiç kapanmayacak bu yaram…Seni biri sevse de hiç kapanmayacak bu yaran…
Hiç kapanmayacak! …Avuçların hep boşluğa kapanacak. Tıpkı o şizofren genç gibi…

Cezmi Ersöz

Tanımsızım


Hüzün kokulu gençliğimin anısına, iki damla gözyaşına bir de idamlık bir aşkın son arzusuna yakışır bir gece yayılıyor odama, sabaha ramak kala…

Gecenin sabaha en yakın olduğu an hüzün değiyor şakağıma...
İçi burkulmuş bir sevdanın acıyan yanları suskunluğa soyunuyor sorgusuzca...
Bir aşkın kelimelerini susturmayalı çok olmuş, unutmuşum aşka susmayı...
İçimin bu denli acıması bu yüzden olsa gerek.
Bak ben yine kelimelerden dönüyorum, suskun bir aşka…
Ceplerimden taşıyor yalnızlığım…
Lisanım, aşk yanlarından suskun,
Kalbim, en acıyan yerlerinden vurgun…
Sessizliğimi bozmama ramak kala, sabaha çıkacak kadar susacaklarım var yanımda…
Bir damla aşk muhtaçlığında hangi gece varmaz ki sabaha?

Tanımsızım...! suskun bir aşkın zanlısıyım...
Faili meçhul bir cinayetin bilinmeyen mağduruyum…
Ruhuna Fatihalık bir gençliğin mekanı cennet olmayan bir kişiliğiyim…hükümsüzüm…!
Ölüme terkedilmiş birinin, öldürmeye azimli gözbebeklerinden
Melankolik bir aşk, şizofren bir gülüşle sızıyor içime…
Ölüm beni en aşk yanlarımdan vuruyor…savunmasızım…!
Suskun bir dilin gelişi güzel kelimelerinde derin bir aşk kanıyor sessizce
O ise kendi elleriyle intihar ediyor aşkı, kalbinin darağacında…
Aşka aşık kimliğini sürgün ediyor en şizofren haliyle…

İçim acıyor…

Ben iç kanamalı bir hastayım…cesetler biriktiriorum kalbimin morguna…
O ise işlediği cinayetlerin ardından gülüyor sadece…şizofrence…!
Ölü bir kente gidiyor ve işlediği cinayetleri, cesetlerinin suskunluğundan öğrendiği morg alfabesiyle mühürlüyor satırlarına...
Hiç açmamaya yeminler ederek…hiç kapanmayacağını bilerek…
Hangisi daha acınası bilmiyorum…
İçinde öldürdüğü her aşkla, bir kez daha ölüp kendi mezar taşına kendi gözleriyle bakan
Ve bütün aşklarını sadece kelimelerinde yaşayan şair bir şizofren olmak mı?
Yoksa her aşkında vurulup, vurgun yemiş yanlarına inat,
Aşkın ortasında, aşka suskun, aşka kırgın ama yinede
Buram buram aşk kokan bir şizofren olmak mı?

Şimdi yaklaşmayın bana nolur...
Dokunmayın iç kanamalarıma...
Bir aşktan dönüyorum yaralıyım.
Bu defa kelimelerimden vurgun yedim…suskunum..!
Suskun kelimelerime ayrılık düştü, değmeyin bana…
Melankolik bir gecede şizofren bir gülüşe hüzünlendirip ruhumu,
Bir şairin şiirine asıyorum kelimelerimi…ve susuyorum işte…!
Sakın dokunmayın şairin işlediği cinayete.
Maktul razı, şairin kelimeleriyle defalarca öldürülmekten…
Böylesi bir ölüm olmalı imrenilen…

Sakın dokunmayın maktul kimliğime…zararım yok benim size…!
Zararım sadece kendime…!
Satırlarıma düşen anlamlarımı şaire çaldırdım anlamsızca…
Çaldırdım bütün kelimelerimi…kelimesizim…!
Susturun beni en aşk yanlarımdan…
Vurun şimdi kelimelerime aşk kelepçelerini…
Susturun cümlelerimi…
Işıksız zindanlarda aşksız kelimelerle tüketin kalemimi…
Öldürün kelimelerimi, susturun kalemimi…ve gömün beni…!
Katilin katline muhtaç bir maktulüm…
Şimdi sen öldür beni eyy şair...!
Aşksızlığa hüküm giydim…mühebbetim…!
Ve merak etme çok iyiyim.

(alıntıdır.)

Susun ağlayacağım


Damarları kesilmiş bu gece gökyüzünün…
Gecenin saçlarını tarıyorum.
Kırılmış kapılardan çıkıp yollara düştüm…
Seni arıorum…
Faytonlar geçior sokaklardan,kurbanlar kesiliyor…
Salıncaklar kuruluyor…
Bir çocuk annesine kötü kötü bağırıyor…
Bir kadın gözlerinden vuruluyor…

Bütün bulutları ellerinden tutup,evime götürüyorum akşamları,
İnsanlar ıslanmasın diye sokaklarda…
Oysa neden? ne zaman? ve kimlerle?…
Bu gemi hangi denizlere gidecek kaptan…
Yine bir sonbahar dolacak masallarımıza…
Yine kaldırım üstlerine iplik iplik uzayan yalnızlığımı,
Güneyli bir rüzgarın kirpiklerine bağlayacağım.
Gözlerimden tanklar geçiyor susun…
Susun ağlayacağım…!

(alıntıdır)

Beni Kör Kuyularda...

beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
beni bensiz bıraktın,
beni sensiz bıraktın.

Ümit Yaşar Oğuzcan
Münir Nurettin Selçuk
(bildiğiniz gibi aynı zamanda bu bir türk sanat müziği şarkılarındandır.)

Sen Benim Hiçbir Şeyimsin

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yazdıklarımdan çok daha az
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Lüzumundan fazla beyaz
Sen benim hiçbir şeyimsin
Varlığın yokluğun anlaşılmaz

Galiba eski liman üzerindesin
Nasıl karanlığıma bir yıldız olmak
Dudaklarınla cama çizdiğin
En fazla sonbahar otellerinde
Üniversiteli bir kız uykusu bulmak
Yalnızlığı öldüresiye çirkin
Sabaha karşı öldüresiye korkak
Kulağı çabucak telefon zillerinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Hiçbir sevişmek yaşamışlığım
Henüz boş bir roman sahifesinde
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Ne çok çığlıkların silemediği
Zaten yok bir tren penceresinde

Sen benim hiçbir şeyimsin
Yabancı bir şarkı gibi yarım
Yağmurlu bir ağaç gibi ıslak
Hiç kimse misin bilmem ki nesin
Uykumun arasında çağırdığım
Çocukluk sesimle ağlayarak

Sen benim hiçbir şeyimsin

Atilla İlhan

Yaşamak Seni Sevmek Gibi...

Meydan yerinde kampana vurdu.
Nerdeyse koguşlarin kapilari kapanir.
Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz:8 yil...
Yaşamak ümitli bir iştir, sevgilim.
Yaşamak: Seni sevmek gibi ciddi bir iştir.

Nazım Hikmet Ran

Acının Duvarı Asılınca

Acının Duvarı Asılınca
Kendisi çatlamadan
Toprağı çatlatamaz tohum
Aşmışım sınırını mutsuzluğun
Ayrımsayamıyorum bile öyle mutsuzum
Acısını artık duyamıyorum
Ki kendim öyle bir acı olmuşum
Nasıl görmezse göz kendini
Kendimi arıyor bulamıyorum.

Aziz Nesin

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne de şeytan bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?

Necip Fazıl Kısakürek

(şair her nekadar sevgilinin yokluğuna alıştığını, yokluğuna aşık olduğunu söylese de tabii ki bu bir savunma mekanizmadır :p )

Yaşamaya Dair (3)

Yaşamaya Dair - III

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.
Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.
Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için...

Nazım Hikmet Ran

Yaşamaya Dair (2)

Yaşamaya Dair - II

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.
Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.
Diyelim ki hapisteyiz, yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.
Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

Nazım Hikmet Ran

Yaşamaya Dair (1)

Yaşamaya Dair - I

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan,
sırtın duvarda, yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet Ran

Seni Düşünmek

Seni düşünmek güzel şey,
ümitli şey,
dünyanın en güzel sesindenen
güzel şarkıyı dinlemek gibi birşey...
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum...

Nazım Hikmet Ran